ÜRETİM OLMADAN EKONOMİ DÜZELİR Mİ?

SİYAMİ AKYEL/MİLLİ GAZETE

Türkiye ekonomisi, enflasyon oranındaki fahiş yükseliş, işsizlik oranlarındaki artış, büyüme oranlarının düşmesiyle faiz ve kur dengesine yönelik politikalardan dolayı çok kötü bir yöne doğru savrulmaktadır.

Dünya Sefalet Endeksi yani perişanlık sıralamasında üst sıralara yerleşen ülkemizin üretim yapmak yerine sadece küresel emperyalizmin enstrümanlarından faiz ve döviz döngüsüne sarılması, dövizi düşürmek için faizcilere kur korumalı mevduat yöntemiyle milletin cebinden para aktarılması, buna rağmen döviz kurundaki yükselişin baskılanamadığı, Türk lirasının pula dönüştüğü günleri, ayları hatta yılları yaşamaktayız.

Körfez ülkelerinden gelen sıcak para, Erbakan Hoca dönemi başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki devlete ait kuruluşların neredeyse tamamına yakınının satılması, özelleştirmelerden gelen kaynağın rasyonel yönetilmemesi, tüm bunlara ilaveten ülkemizdeki işsizler ordusuna rağmen dünyanın her yerinden yabancının ülkemize akın etmesinin engellenmemesi, hem sınırlı sayıdaki üretimin milyonlarca göçmen ve iş için gelen yabancılarla artan nüfusa yeterli olmaması, hem de ülkemizdeki var olan işsizliğin artmasına sebep olmuştur.

Türkiye’de, yıllardır özelleştirmeler yoluyla devlete ait kurumlar satılmış, bu da yetmemiş yabancıların ülkemizden mülk ve konut alımı teşvik edilmiştir. Böylece sıcak para akışının sağlanacağı düşünülmüş ancak, devlete ait kurumların ıslah edilmesi yerine satılması üretimdeki düşüşü beraberinde getirmiş, özel sektör ve devlet arasındaki denge bozulmuştur. Diğer yandan yabancı yatırımcıların ülkemizde yatırım yapması yerine ülkemizdeki birikimleri satın almasının önünün açılması Türkiye’nin açık pazar haline gelmesine yol açmıştır.

Sadece devlete ait kuruluşların özelleştirilmesi değil, halkın toprak ve mülklerinin yabancılara satmasının önünün açılması tapu senetlerimizin el değiştirmesi anlamına gelmektedir ve işte en büyük beka sorunu budur.

Yabancılara mülk satışı hakkındaki kanun değişik tarihlerde değiştirilmiş, en son yasal değişiklik 6302 sayılı Tapu ve Kadastro Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile gerçekleşmiş ve 03.05.2012 tarihinde kabul edilen kanun ile Türkiye’de taşınmaz edinmek isteyen yabancı ülke vatandaşlarının mülk alımı kolaylaştırılmıştır.

Yapılan değişiklikle mütekabiliyet şartı kaldırılmış, 183 ülke vatandaşının karşılık şartı aranmaksızın ülkemizden mülk ve toprak/arazi edinmesinin önü açılmıştır. Buna göre yabancı uyruklu kişiler eskiden 2,5 hektar (25 dönüm) arazi alabilirken, 03.05.212 yılında yapılan yeni düzenlemeyle 30 hektara (300 dönüm) çıkartılmış; Bakanlar Kurulu gerekli gördüğünde bunu 60 hektara (600) dönüme çıkartmaya yetkili kılınmıştır.

Eskiden beri Türkiye’nin özellikle Akdeniz ve Ege sahillerindeki mülklerin ABD, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, Çin, Yunan, İsrail gibi ülke vatandaşlarına satıldığı bilinmekteydi. Özellikle son yıllarda Suriye başta olmak üzere Arap ülkeleri vatandaşlarını da içine alacak şekilde artmıştır.

Gelinen noktada, neredeyse dünyadaki tüm ülke vatandaşlarının mütekabiliyet şartı aranmaksızın ülkemizden toprak ve mülk satın alabilmesi, üstelik bunun Türk lirasının tarihinin en değersiz olduğu, buna mukabil diğer ülke paralarının değerli olduğu yani paramıza oranla kat be kat değerli paralarıyla yerli halka oranla çok büyük avantaja sahip oldukları bir dönemde önünün açılması gerçekten son derece tehlikelidir.

Bir ülke, devlete ait birikimleri satmış, bu yetmemiş sıcak para ve döviz getirebilmek için ülkenin topraklarının ve mülklerinin satışının önünü açmış; daha da vahimi işsizler ordusuna sahipken ucuz işçi sağlamak için dünyanın her yerinden işsizin ülkeye girmesine ve ülkedeki işsizliği artırmasına sebep olmuşsa iş çok vahimdir.

Bir ülke, kendi gençlerini kalitesiz üniversitelerin sayısını arttırarak, kalitesiz ve iş bulma ümidi olmayan yeni bölümler açarak dört yılını heba etmekte; buna karşılık ara elaman ihtiyacını yabancıları istihdam ederek çözüyorsa tükenmiş demektir. Ucuz işçilik için başvurulan bu yöntemde her ne hikmetse iş gücündeki ucuzluk fiyatlara yansımamaktadır.

Netice-i kelam: Üretim yapmadan, ortaokuldan itibaren yerli gençlerin meslek yönetimi sağlıklı yapılmadan, üniversitelerin gereksiz bölümleri kapatılıp üniversite sayıları düşürülmeden, üretime ve istihdama yönelik politikalara yönelmeden; rantiyecilik, yolsuzluk ve en önemlisi de devletteki israf önlenmeden ekonomik dar boğaz aşılamaz.

Bunlara ilaveten Türkiye’nin uyguladığı “açık sınır” politikasına bir an önce son vermesi gerekir. Dünyanın her yerinden akın akın gelen genç nüfus akınına dur denilmelidir. Bu akın devam ettiği müddetçe ülkenin su kaynakları, tarımsal arazileri, üretim alt yapısı ve konut stoku yetmeyecektir. Kiralar daha fazla artacak, üretim artsa bile artan nüfusa yeterli olmayacaktır.

Türkiye, son on yılda yarım asırda alacağı göçü almıştır. Bunun bu şekilde sürdürülebilmesi mümkün değildir. Suriye’den gelen göçü savaşa bağlayabilir ve anlayabiliriz. Ancak, Afganistan’dan, İran’dan, Irak’tan, İsrail’den, Çin’den, Bangladeş’ten, Rusya’dan, ABD’den gelen göçlere ne diyeceğiz? Üstelik sadece göç değil, toprak ve mülk satışındaki mütekabiliyetin kaldırılmasıyla tapu senetlerimiz el değiştirmektedir.

Dünyanın hiçbir ülkesi böyle bir düzensizliği kaldıramaz…

More From Author

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ(BOP)

EYT’DE 17 KAYIP, EMEKLİLİKTE %35 AZ MAAŞ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir